12.08.2023

Etnomüzikoloji: Kültürler ve Müzikler

Etnomüzikoloji disiplini hem geçirdiği tarihsel süreç hem de güncel durumu açısından sürekli oluşum halinde olan bir alandır. Her ne kadar geçmişi müzik folkloru, müzik etnografisi, müzik sosyolojisi, hatta müzik felsefesi gibi birçok müzik araştırma alanı ve antropoloji, sosyoloji başta olmak üzere müzik dışı pek çok alanla ilişkili olsa da, İkinci Dünya Savaşı sonrasında şekillenen bir bilim alanı olarak etnomüzikoloji oldukça dinamik bir disiplindir. Bu çalışma, etnomüzikoloji disiplinini kapsamlı bir literatürle ele alma hedefinde olan bir giriş kitabıdır.

Kitapta emeği geçen yazarlar, çoğunlukla aynı kuşaktan sayılabilecek etnomüzikoloji, müzikoloji, müzik antropolojisi ve dans araştırmaları alanlarından gelen uzmanlar olarak bu alanların etnomüzikolojiyle olan ilişkilerini, genel etnomüzikoloji literatürü içerisinden değerlendiriyorlar. Kitaptaki konu ve kavramların birçoğu (performans, toplumsal cinsiyet, popüler kültür, dans, kimlik, göç vb.) etnomüzikoloji dışında pek çok disiplinin çalışma konuları arasındadır. Ayrıca notasyon, müzik etnografisi vb. konular ise müzikle ilişkili diğer birçok bilimsel alanın kullandığı yöntem, teknik ya da yaklaşımlarla ilişkilidir. Bu yüzden kitapta ele alınan konu ve kavramları mümkün olduğunca derinlemesine incelerken, etnomüzikologların bunları nasıl ele aldıkları sorusunu cevaplamak ana hedef olmuştur.


detaylı bilgi için tıklayınız


10.06.2020

Bizi Şekillendiren Kültür: Sosyal ve Kültürel Antropolojiye Giriş


Yüz yılı aşkın zamandır “insan”ı bütüncül olarak ele alma iddiasında bulunan antropoloji, yeni bir sosyal bilim dalı olarak tarihteki yerini almış; zaman içinde kültürel olguların değişmesiyle kendisi de dönüşüme uğramış, alt disiplinlere ayrılmıştır. 


Bizi Şekillendiren Kültür – Sosyal ve Kültürel Antropolojiye Giriş kitabı da bu sosyal bilim alanını tanıtıcı bir metin olarak okuyucuya sunuyor.


Antropolojinin ortaya çıktığı koşullardan başlayarak diğer sosyal bilimlerle etkileşimini izleyen bu kitapta; kuramsal yaklaşımlar kadar antropolojinin; saha deneyimleri, araştırma yöntemleri, dil, iktisat, cinsiyet, aile, siyaset, hukuk, din ve sanat alanlarını değerlendirmesi de tartışılıyor. 


Aynı kalan ve/veya başkalaşan her şey kültürün alanına giriyorsa insana dair ortaklıklar ve farklılıklar da kültürel antropolojinin çalışma alanına giriyor demektir. Bu kitap; "bizi şekillendiren kültür"ü, "kültürü şekillendiren biz"i dahil ederek tartışıyor ve iki yönlü bir antropoloji çerçevesi çiziyor.



künyesi için tıklayınız

Ek Dergi (Dosya): Ruskin'in 19. Yüzyılın Fırtına Bulutu Üzerine




John Ruskin. Entelektüel saygınlığı T.S. Elliot’tan Gandhi’ye, Oscar Wilde’dan Tostoy’a pek çok halefinin iltifatıyla defaten teslim edilmiş; etkisi 19. yüzyıldan başlayarak tüm 20. yüzyıl boyunca sanat, mimari ve edebiyat gibi alanlarda eksilmeden kendisini hissettirmiş bir Victoria çağı düşünürü. Bir entelektüel. Pek çok alanda yazmış olmasına rağmen, düşünme ve yazma pratiği temel olarak sanat, doğa ve toplum arasındaki karmaşık ilişkiye odaklanmış parıltılı bir zekâ.
Ruskin’in 1884-1885 yıllarında Londra Enstitüsü’nde verdiği derslerin derlemesi olan ve VakıfBank Kültür Yayınları’nca ilk defa Türkçeye kazandırılarak geçtiğimiz Şubat ayında yayımlanan On Dokuzuncu Yüzyılın Fırtına Bulutu, aynı minvalde, Sanayi Devrimi sonrası doğadaki değişimi sanatla ilişkisi içerisinde tetkik ve teşhis ediyor; bu yönüyle de devrim sonrası çevre sorunlarını ele alan ilk metinlerden biri olarak görülüyor. Ancak Ruskin’in kitap boyunca okuyucuyu kendisine hayran bırakan parıltısı, bir “ilk metin” ortaya koymasıyla sınırlanamayacak kadar derinlikli. O, neyi ortaya koyduğu kadar, bunu nasıl ortaya koyduğuyla da kendisine şapka çıkarttırıyor........yazının tamamı için

20.12.2019

19. Yüzyılın Fırtına Bulutu - John Ruskin




İngiltere’de yaşanan Sanayi Devrimi 19. yüzyıl entelektüellerince nasıl deneyimlendi? Devrimin ne gibi çevresel sonuçları oldu? O zamanlar İngiltere gökleri nasıldı? Bu gökler, 19. yüzyıl sanatına nasıl yansıdı? Nasıl yansımalıydı? Bir Victoria Çağı entelektüeli olan sanat eleştirmeni, sanat tarihçisi, ressam, şair, toplumbilimci, düşünür John Ruskin, Sanayi Devriminin sonuçlarını çevresel yönden ele alan ilk metinlerden birini ortaya koyuyor On Dokuzuncu Yüzyılın Fırtına Bulutu adlı çalışmasında. Ruskin’in 1884-1885’te Oxford Üniversitesi’nde verdiği derslerin notlarından oluşan bu metin, dönemin “musibet rüzgârını” bir sanat tarihçisinin gözüyle ve 19. yüzyıl gözlemciliğiyle ortaya koyuyor. Bu gözlemleri, farklı mekânların gökleriyle, büyük ressamların eserleriyle, şiirle ve antikçağ metinleriyle harmanlıyor. Estetik, eleştirel ve ilham verici; kendi ifadesiyle, “gökyüzünün işaretlerine” etkisi ol(a)masa da, zamanın işaretlerini etkilemiş bir eser On Dokuzuncu Yüzyılın Fırtına Bulutu.

Orijinal Adı: Storm Cloud of the 19th Century

Yazar: John Ruskin
Çevirmen: Erdem İlgi Akter
Editör: Ali Şimşek

Küreselleşmenin Çöküşü - John Ralston Saul





Türkiye ve Yunanistan, İspanya, Portekiz, Avrupa ve Orta Doğu’daki, kısacası tüm Akdeniz havzasındaki insanlar, 2008’den bu yana giderek toplumsal ve ekonomik karmaşaya evrilen ekonomik bir çöküşle mücadele ediyorlar. Şimdilerde ise bu siyasî bir krize dönüşmüş durumda. Çöküş, karmaşa ve krizin gittikçe yayılmakta olduğu gerçeği, 2016 senesinde ayan beyan ortaya çıktı. Dünyanın hiçbir yerinde herhangi bir iyileşme belirtisi söz konusu değildi. Yunanistan, ikinci bir darbeyi bekledi. İspanya yerinde saydı. Türkiye, siyasî ve ekonomik olarak büyük bir hızla daha da kötüye gitti. İngiltere’de, sanrılama ile aşırı böbürlenme karışımı bir sinir krizi yaşandı. Kriz, Amerika Birleşik Devletleri’nde ve dünyanın diğer bölgelerinde yayılmaya devam etti. İktidarı elinde tutanlar için bu çöküşün nereden çıktığı belli değildi. Ancak yine de krizin yıkıcı enerjisi, aynı volkanik bir yeraltı patlamasında olduğu gibi, yaklaşık yirmi yıldır etrafa lavlar saçıyordu. İçinde yaşadığımız yapıların arasına eriyerek sızan esrarengiz bir güçtü. 

Johhn Ralson Saul



  • Kitabın Adı: Küreselleşmenin Çöküşü
  • Alt Başlık: Dünyanın Yeniden Keşfi
  • Baskı: 1.Baskı - 2018
  • Özgün Adı: The Collapse of Globalism And The Reinvention Of The World
  • Dizi: İnceleme
  • Çeviri: Erdem İlgi Akter
  • Yayıma Hazırlayan: Tayfun Mater

4.06.2018

TUMAC: Ahir Zamanların Eğitim İhtiyaç, Değer ve Eğilimlerine “Gelenek” Karşılık Verebilir mi?

İnsan algılayışı, bilişsel kapasite ve becerisi insanlık tarihi boyunca dönüştü, değişti; dönüşüyor, değişiyor. İnsan tahayyül ediyor, tahayyül ettiklerini tasarlıyor bir yandan; diğer yandan tasarladığı düzen, araç, alet ve dünyalar insanı yeniden ve yeniden tasarlıyor. Bu süreç bin yıllardır böyle devam ediyor. İnsan, tasarladıkça dönüşüyor. Ancak, bu dönüşüm içerisinde, “21. yüzyılın değişen eğitim ihtiyaç, değer ve eğilimleri bağlamında Türk makam müziği eğitiminin bugünü” konulu bir tartışmayı başlatmadan çok önce, tartışıp aşmamız gereken, ama bir o kadar da kemikleşmiş pek çok başka meselemiz var. Yazının tamamı için tıklayınız.

4.05.2018

Birikim - 4 Mayıs 2018: İmamın İnsafı

"İktidarın, biyosiyaset ile insan bedenlerine ve hayat tarzlarına nasıl nüfuz ettiği, çıplak hayatları nasıl siyasallaştırdığı bizlere yabancı değil; özellikle Foucault’dan beri. Bedenlerimiz, iktidarın taşıyıcı virüsleri gibi işlev görüyor modern zamanlarda. Foucault’nun sözde özneleri, yaşam içerisinde iktidarın gözleri, elleri, ayakları, kulaklarına dönüşürken; biyosiyaset, bireyselliği yok ederek bu özneleri tebaalaştırıyor." Yazının tamamı için:

21.03.2018

Müzik ve Politika Sempozyumu

İcat Edilmiş Bir Kavram Olarak “Tasavvuf Müziği”nin
Türkiye’de Bağlamsal Yolculuğu
Erdem İlgi Akter, Dr.

Önerilen sunum, “tasavvuf müziği” kavramının icat edilmiş bir müzik kavramı olduğunu savunarak; kavramın, Türk siyasî tarihinin farklı dönemlerinde ne türden anlamlandırmalara açık olduğunu sorgulamayı amaçlar. Buna bağlı olarak, kavrama özgü müphemliğin, siyasî ve toplumsal çatışmaları ortaya çıkartıcı ve uzlaştırıcı bir rol oynadığını iddia ederek; kavramı, üzerinde mücadele yürütülen bir alan olarak, hegemonya mücadelesi ile ilişkisi açısından ele alır. Bunun için kavramın ilgili toplumsal aktörler tarafından kullanım ve anlamlandırılma biçimlerini, tarihsel yolculuğunu inceler. 1960’larda tekke müziği repertuvarının devlet nezdinde kabulünü sağlayan bu kavramın, 1990 ve 2000’ler sonrası döneme gelindiğinde geleneksel(leşme)ci bir kültür endüstrisine dahil oluşunu, bu süreçte “tasavvuf-arabesk” ya da “arabesk-ilahi” olarak adlandırılan üretimleri nasıl kendi bünyesine katabildiğini tartışır.

Anahtar kelimeler: Tasavvuf müziği, icat edilmiş gelenek, gelenekselleşmecilik, kültür endüstrisi, hegemonya.



Contextual Journey of Tasavvuf Music”
as an Invented Concept in Turkey
Erdem Ilgi Akter, Dr.

Proposed paper addresses the varying conceptualizations of “tasavvuf music” as an invented concept in Turkey, in the context of different phases of Turkish political history. In parallel to this, it suggests that the unique ambiguity of the concept allows us to treat it as a field of conflicts and compromises, therefore to examine it in relation to the hegemonic struggle over the concept. For this, it examines the ways in which the concept has been used and conceptualized by social agents at different phases, starting from 1960s in which the concept became apparent by-passing the threatening connotation of the term “lodge music, and started to receive official recognition in the eyes of the official institutions. It then discusses how the concept has become a melting-pot concept, involving non-lodge and non-traditional musical productions like “tassavvuf-arabesque” or arabesque-hymns”, and how it has found its place in the traditionalized culture industry in Turkey after the 1990s and 2000s.

Key words: Tasavvuf music, invented tradition, traditionalization, culture industry, hegemony.



@ Müzik ve Politika Sempozyumu, Etnomüzikoloji Derneği, 22-24 Mart 2018, Almira Otel-Bursa



2.05.2017

Inconsistencies and fragmentations in between the traditional and traditionalized: the case of tasavvuf music in Turkey since the early 2000s



This paper addresses the paradoxes and challenges faced by tasavvuf musicians as they engage with the ‘field of tradition’ in Turkey. It shows the incoherent nature of this field and how the conservative cultural turn since the early 2000s contributes to its fragmentation. This period is particularly relevant, as it is considered a period of traditionalization, when society became more exposed to a new, traditionalized culture industry. Hence, the paper suggests that tasavvuf music, emically labeled as ‘tradition’, has been integrated into the period of traditionalization; yet, its practitioners show inconsistences and conflicting discourses in their relation with the traditionalization.

19.01.2017

Tasarım Bienalinin Ardından: Antropolojik Yaklaşımın Sınırları-Olanakları*


“Biz İnsan mıyız?” sorusu altında kurgulanan, bu soruyla yeni sorular soran, sorduran 3. Tasarım Bienali (20 Ekim – 22 Kasım 2016) geçtiğimiz aylarda sona erdi. Soruya konu olan kavramın (insan) kapsam genişliği, Bienal Küratörleri Beatriz Colomina ve Mark Wigley’in de altını çizdiği üzere Bienali, “çözüm üreten son tasarımlar ya da fikirleri sunma”nın ötesine (Biz İnsan mıyız, 2016, s.561), 200 bin yıllık insanlık tarihinin göz alıcı kapsayıcılığına taşıdı. Bu tarihe referansla Bienal, tasarımın bugün geldiği yere nasıl geldiğini yansıtmayı/göstermeyi amaçlayarak bizlere, insanı çağlar boyu ürettikleri ve bunlarla ilişkisi içinde ele alan, kapsamlı bir Antropolojik malzeme sundu. Oldukça etkileyiciydi. 8500 yıl öncesinin Neolitik İstanbul’undan kalma ayakkabı izinden, güneş sisteminin ötesine dünyanın elçisi olarak gönderilen Voyager 1’in fonografik sinyallerle kodlanmış dünya temsiliyetine; 1,5 milyon yıllık aşölyen el baltasından, yaşamlarımızı bütünüyle dönüştüren sosyal medyanın algoritma dizisine ve daha nicelerine kadar zaman ve mekân aşıcı bir zenginliği tasarım düzlemine taşıdı.

Her şey güzel de; insanı çağlar boyu ürettikleri ve bunlarla ilişkisi içinde ele almanın, güncel bir kavram olan “tasarım” ile ilişkilendirilmesinde birtakım sorunlar olamaz mı? Bu yazıda işte bu konuyu irdeliyoruz. Tasarım ve tüm kapsayıcılığı ile insan” üretimleri ilişkisine ilişkin soruların Bienalle birlikte sona ermediğine inanıyor; Bienalin, “uzun ömürlü bir tartışma açabilme” ve “düşünceyi derinleştirme” amacından güç alarak (Biz İnsan mıyız, 2016, s.561), tam da Bienalin sorduğu sorular üzerine yeni sorular sorabilmeyi gerekli görüyoruz. Bu gereklilikle yazımız; böylesi bir Antropolojik kapsamı sahiplenen “tasarım” kavramının kendisi ve bu sahiplenmenin nedenleri/meşruiyeti üzerine kafa yoruyor. “Bir arkeoloji projesi” olarak ele alınan tasarım bienalinden yola çıkarak, “tasarım” kavramının bizzat kendisinin arkeolojisinin yapılmasını öneriyor.


Antropolojik kapsama bu denli arkasını yaslamış bir tasarım bakış açısı için, Antropolojinin kendisinden, özellikle de görece yeni bir disiplin olan Tasarım Antropolojisinden yola çıkarak bu soruları sormak belki de anlamlı olacaktır. Zira, Tasarım Antropolojisi görece yeni, bu sebeple de tartışmaları güncel ve devam eden bir disiplindir. Bu sebeple, belki de, tasarım kavramının sorumuza neden olan çelişkilerine ayna tutabilir.

Tasarım ve Antropoloji alanlarını bir araya getiren bu disiplin, birbiri ile kesişen, birbirini besleyen ve iç içe geçmeleri ile yeni kavramlar ve soru alanları doğuran genç ve fakat, hızla ilerlemekte olan bir disiplindir. Yazımızın konusuna neden olan sorun ise, tam da bu iki alanın kesişimi/birleşimi üzerine daha derin düşünmeyi gerekli kılan bir konuya, “zamansallık” meselesine odaklanmaktadır.[1]



Tasarım, her ne kadar zamansal ve mekânsal belirlenimleri aşan tahayyül etme, tahayyül edileni planlama ve/veya cisimleştirme pratiklerini imleyen evrensel ve zaman-ötesi bir kavram olsa da; tasarımın yeni bir alan ortaya çıkması modern bir fenomendir. Özellikle sanayi sonrası ve dijital toplumsal dönemlerde ayrı bir faaliyet alanı olarak gelişen tasarım; grafikten endüstriyel üretimlere, bilgi-iletişim teknolojilerinden kamu politikalarına, hizmetten, deneyime pek çok farklı alanda çalışan tasarımcıların, ayrı bir işkolunun üyeleri olarak gözle görülür artışına, çeşitliliğine ve talep edilirliklerine tanık olmuştur. Bu dönemde tasarım; ayrıca “bilim, teknoloji ve sanatla aynı değerde” olacak şekilde, geniş anlamıyla “kültürel üretimlerin ve dönüşümlerin” sağlandığı ve üzerinden tanımlandığı en önemli alan hâline gelmiştir (Otto ve Smith, 2013, s. 1-2).

Öte yandan, çıkış noktası 19. yüzyılda, Batı dışı toplumların/toplulukların kültür ve kurumlarının çalışılması olan Antropoloji disiplini, bir yanı ile kültürel, zamansal ve mekânsal biricikliklerin, diğer yanı ile ise, tüm yapıp ettikleri ile insanı ve kültürlerini açıklayabileceği evrensel, zaman-ötesi bilgi ve kavramlar üretmenin peşinde olarak günümüze gelmiştir. Bu kavram ve bilgilerle, bunları kuran eyleyici(ler) (agents) arasındaki eşitsiz ilişki, özellikle post-kolonyal dönemde Antropolojinin kendi kendisini eleştirmesine; böylelikle kavramsal ve yöntem bilimsel yeni arayışlara girmesine ve disiplinin de inanılmaz ölçekte genişlemesine yol açmıştır. Bir tarafta Batı-dışı toplumların egzotikliği, çoklu modernleşme süreçleri ile hibrid bambaşka şeylere dönüşürken; diğer tarafta Antropolojinin gözlerini bu toplumlardan, modern endüstriyel toplumlara çevirmesi, bu kırılmanın sonuçlarından birisidir.

Tasarımla Antropolojinin bir araya gelmesi, zamansal olarak bu kırılma dönemine denk gelir. Özellikle 1970’lerden sonra “kullanıcılara ve bağlamlara dair” daha içeriden bir anlayış geliştirmek amacıyla antropologların, tasarım süreçlerine daha fazla dahil olmasının devamında, Tasarım Antropolojisi “kendi kavramları, yöntemi, araştırma pratikleri ve uygulayıcıları olan, ayrı bir alan” olarak evrilir (Otto ve Smith, 2013, s. 2). Ancak; bu ilişkinin yalnızca tasarım süreçleri ile sınırlı kalmadığını da belirtmek gerekir. Zira, bir diğer koldan bu ilişki, süreç içerisinde, tasarımın evrensel bir insan kapasitesi olarak ele alınmasıyla biçimlenmeye devam eder. Nasıl White ve pek çok diğer antropolog insanı diğer hayvanlardan ayıran şeyin, onun sembolik anlam dünyaları ve dolayısıyla kültür oluşturabilme özelliği olduğunu savunmuşlar ise (White, 2007[1959]; tasarım antropologlarının bir kolu da, homo faber (yapan insan) olarak insandan yola çıkarak tasarımı, insanı diğer hayvanlardan ayıran bilişsel bir kapasite olarak ele alır (Gatt ve Ingold, 2013, s.139). Böylelikle “tasarım”, Varbeek (2012) gibi antropologların savunduğu üzere, insanın genel olarak tüm ürettiği maddî kültürle ilişkisini açıklayan bir meta kavram olur. İnsan ırkının, çağlar boyunca ürettiği ve üretmeye devam ettiği artifaktlar insan tasarımının bir ürünü olup bunlar, “birbirimizle nasıl iletişim kuracağımızı, hareket edeceğimizi, davranacağımızı ve etrafımızdaki dünyayı nasıl deneyimleyip yorumlayacağımızı belirler” (Varbeek, 2012, s. 163). Dolayısıyla, insanlar çağlar boyunca hep tasarlamıştır; tasarladığı şeyler de insanı tasarlamıştır.

Tasarım Bienalinin kurgulanışına yön veren sorular, Tasarım Antropolojisinde hâkim olan bu ikinci yaklaşımla örtüştür. Nitekim Bienal ana başlığı (Biz İnsan mıyız?) altında, katılımcıların karşılık vermeye davet edildiği “insan, tasarlayan canlıdır,” “tasarım daima insanın tasarımıdır,” “türümüz sonsuz tasarım katmanları arasında durmaktadır” gibi önermelerin, bahsettiğimiz bu yaklaşımdan beslendiğini ve onu ürettiğini görmek zor değildir. Küratöryel metin, bu yaklaşımı tartışmaya açar gibi görünse de, aslında söz konusu yaklaşımın manifestosu niteliğindeki ifadeleri de içerisinde barındırır:
Tasarım bize dair en insani şey. Bizi insan yapan şey tasarım. İlk aletlerden, katlanarak genişleyen insan kabiliyetine, sosyal yaşamın temelinde tasarım var (Biz İnsan mıyız?, 2016, s.545).
Bienalde hakim olan bu yaklaşımı masaya yatırırken, esas olarak bu yaklaşıma Tasarım Antropolojisi içerisinden gelen eleştirilere bakmak anlamlıdır. Sürpriz olmayacağı üzere bu eleştiriler, Antropoloji disiplininin -Batı merkezli bakış açısının genellemelerinden ve doğayla karşıtlık ilişkisi içerisinde, ondan üstün olarak kurgulanan insan anlayışını besleyen dünya görüşünden kaynaklanan sorunları başta olmak üzere- kendi çıkmazları ile yüzleştiği bir dönemde, tasarım bakış açısıyla/tasarım olarak yeniden kurulması ve kurgulanmasının doğurduğu sıkıntılar üzerine odaklanır. Söz konusu eleştirel akademisyenlerden biri olan Suchman’a (2011) göre böyle bir yaklaşım, “yenilik” (innovation) vurgusunu evrenselleştirerek yerleri, kişileri ve şeyleri başlı başına bir menşe noktası hâline dönüştürür (s.14). Başka bir deyişle bu durum, farklı zaman ve coğrafyaları, zamansal kopukluklarla ve sınırları belli olmayan yeni coğrafyalarda bir araya getirir. Yani, maddî kültürel üretimlerin zamansal ve mekânsal biricikliklerini; tarih, coğrafya ve genel olarak kültürden kaynaklanan niteliklerini yok sayar.

Bu sebeple Suchman’a göre tasarımın, özellikle post-kolonyel antropolojinin derdiyle paralel biçimde, belirli bir coğrafyanın nevi-i şahsına münhasırlıklarını teslim etmesi gerekir. Bunun için, kendisini bir meta kavram olarak değil, dünya üzerinde gerçekleşen değişim pratiklerinden yalnızca biri olarak kurgulaması daha etik bir düşünme biçimidir (Suchman, 2011, s.3). Yani, Tasarım Antropolojisinin, antropolojinin bilişsel ve evrensel bir bakış açısıyla “tasarım” olarak “yeniden icat” edildiği değil; çağdaş dünyanın antropolojisinin bir parçası ve eleştirel bir alan olarak çalışması daha bütünlüklü ve etik bir yaklaşımdır (2011, s.3).

Bu eleştirinin devamında Tunstall (2013), tasarlayan bir tür olarak insan yaklaşımını, antropolojinin kolonyalizmle yakın ilişkisi içerisinde ele alır. Bu ilişkinin, “insanların kendi özel tanımlarını göz ardı eden ve onların niteliklerini yukarıdan belirleyen sınıflandırmalar”la dolu olduğunun altını çizer (Tunstall, 2013, s. 233). Böylelikle, “tasarlayan insan” sınıflandırmasına hâkim olan “yenilik” vurgusu, aslında modernist bir gündemin uzantısı olup, antropolojinin emperyalist dilinin bir başka kavramla, yeniden kurulma riskini içinde barındırır. Tunstall’ın bu dili kurulumunu açıklarken, OECD ya da Rockefeller Vakfı rapor ve girişimlerinden verdiği örnekler oldukça enteresan ifadelerle doludur ve daha derinlemesine bir araştırma için zengin bir alan sunar gibidir: bu raporlarda tasarım, toplumlarda değişim ve dönüşümü sağlayan yeni bir itici güç olarak ele alınmaktadır; Hindistan ve Güney Afrika ise, tasarımcılarla yerel STK’ların işbirliği içerisinde çalıştığı liste başı bölgeler arasındadır.


Pek çok tasarım antropoloğu, yerel topluluklarla birlikte üretimde bulundukları olgusuna yaslanarak, bu dilin hegemonik olduğu iddiasına şiddetle itiraz etse de; Tunstall’a göre, bu itirazların netlikle yanıt vermesi gereken önemli sorular vardır. Özellikle söz konusu yeniliğin ve yenilik dilinin toplumsal düzeyde son kertede kimler tarafından yaratıldığı, nasıl bir yenilik olduğu, temel değerlerinin ne olduğu ve birincil faydalanıcılarının kimler olduğu bu önemli sorulardan bazılarıdır. (Tunstall, 2013, s. 234). Hele de “yenilik” kavramıyla tarihsel, toplumsal ve siyasî sorunlarını, modernleşme ve süreçleri ile ilgili problemlerini aşamamış kültürlerin ve kültürel üretimlerin, şimdiki zamanda her yönden kapsayıcı ve evrenselleştirici bir tasarım ve yenilik dili ile ilişkisinin nasıl kurulduğu kolayca göz ardı edilemeyecek kadar kapsamlı bir sorun alanıdır. Bu sorun alanına, bu dilin toplumsal düzeyde içselleştirilme biçimleri de dahildir. Berberlik ve kuaförlükten saç tasarımcılığına, diş hekimliğinden gülüş tasarımcılığına, zücaciyecilikten sofra tasarımcılığına, fırıncılıktan ekmek tasarımcılığına terfi eden iş kollarının, günümüzde ne türden değer üretim ihtiyaçlarına tekabül ettiği ya da ne türden ihtiyaçlar yarattığı, her toplum ve kültür için özel olarak cevap verilmesi gereken konular arasındadır.


Hülâsa; işin içindekilerin hâlâ tartışageldiği üzere, tasarım ve insan (insanın tüm maddî kültür üretimleri) ilişkisi sorunludur, kırılgandır, politiktir. Yukarıda kısaca bahsi geçen sorun alanlarına sahip bir ilişki biçimini irdelemek için ise, basitçe bu genelleyici önermeyi soru cümlesine dönüştürmek yeterli gelmez. Hele de, tasarımın kapsayıcılığının araştırma konusu yapıldığı, Bienal gibi önemli bir entelektüel arayış ve inşa faaliyetinden bahsediyorsak; bu kapsayıcı dilin bizzat kendisinin sorgulanmasını beklemek yanlış olmaz.

Bienaldeki bu sorgulama eksikliğini, Tunstall’ın iddiasını devam ettirerek, doğrudan emperyalist gündem söyleminin içinden yorumlamak, tüm bu çabayı fazlasıyla basite indirgemek olur elbet. Ancak, bu kritik meseleyi yumuşak ifadeyle hafife alan, daha sert ifade ile ise görmezden gelen entelektüel bir duruşun sorunları olduğu da aşikardır. Hele de sorusunu sorar gibi yapıp, diğer yandan tasarımı insanın tüm maddî kültür üretimlerine mâl ediyorsa.

Bu yaklaşım, yalnızca Antropolojinin, üzerine yapışmış olan “emperyalist disiplin” yaftasına karşı kendini üretmek zorunda kaldığı bitmek bilmeyen kültürel görecilik tartışmalarını yeniden ve yeniden gündeme getirmekle kalmaz; aynı zamanda, tarih boyunca bugüne kadar gelmiş diğer maddî kültür üretim alanlarını (sanat ve zanaat gibi) ve bu alanların birlikte çalışabilirliğine dair tarihî ve güncel arayışları da yok sayar. Bu sebeple, tüm şıklığı ve göz alıcılığına rağmen Tasarım Bienalinin entelektüel kurgusunun eksiklik ve zaaflarla dolu olduğunu maalesef teslim etmek gerekir. Antropolojiye sırtını yaslayan bir entelektüel çabanın, bu disiplinin güncele ve çağdaşa dair eleştirilerinden ve güncel ve çağdaştaki trend kavramları sorgulama potansiyelinden çok daha yararlanabilmesi mümkündür. Aksi takdirde, Artun’un (2013) bienallere yönelik eleştirisi paralelinde, “piyasanın işletme modellerine göre işleyen” ve “tarihsel ve estetik bütün normların silindiği döneme özgü sergiler”den biri olmanın ötesine geçemeyecektir.


Kaynaklar:
Artun, A. (2013). “Anne ben hıyar mıyım?”, Skop Bülten. http://www.e-skop.com/skopbulten/anne-ben-hiyar-miyim/1510 (erişim 2 Ocak 2017).

Biz İnsan mıyız / Are We Human?. (2016). İstanbul: İstanbul Kültür Sanat Vakfı

Gatt, C. ve Ingold, T. (2013). From description to correspondance: Anthropology in real time. W. Gunn, T. Otto ve R. C. Smith içinde (ed.), Design Anthropology: Theory and Practice (ss. 139-158). London; New York: Bloomsbury Academic.

Otto, T. ve Smith R. C. (2013). Design anthropology: A disctinct style of knowing. W. Gunn, T. Otto ve R. C. Smith içinde (ed.), Design Anthropology: Theory and Practice (ss. 1-29). London; New York: Bloomsbury Academic.

Suchman, L. (2011). Anthropological relocations and the limits of design, Annual Review of Anthropology, No. 40 (1-18).

Tunstall, E. (2013). Decolonizing design innovation: Design, anthropology, critical anthropology, and indigenous knowledge. W. Gunn, T. Otto ve R. C. Smith içinde (ed.), Design Anthropology: Theory and Practice (ss. 232-250). London; New York: Bloomsbury Academic.

Verbeek, P.P. (2012). Introduction: Humantity in design. W. Gunn ve J. Donovan içinde (ed.), Design and Anthropology (ss. 163-176). Surrey; Burlington: Ashgate Publishing.

White, L. (2007). Evolution of Culture. London; New York: Routledge (Eserin orijinali 1959’da yayımlandı).





[1] Zamansallık, antropoloji ile birleşen tasarımın özellikle gelecek ayağının nasıl kurgulandığı/kurgulanması gerektiğine dair pek çok kavramsal, hatta yöntem bilimsel yenilik ve tartışmayı içeren zengin içerikli bir alt başlıktır. Bu yazıda yalnızca, zamansallık tartışmalarının Tasarım Antropolojisinin kapsamını ilişkilendiren yönüne odaklanılmaktadır.

23.12.2016

Gelenek, Değişim, Devamlılık

@ Üstâd-ı Cihân Tanbûrî Cemil Bey’e Armağan Kitabı, 2016, ss.127-134

GELENEK, DEĞİŞİM ve DEVAMLILIK DİNAMİKLERİ İÇERİSİNDE
TANBÛRÎ CEMİL BEY ve TOPLUMSAL BAĞLAM
Erdem İlgi Akter[1]

Özet
Bu yazı, günümüzde Tanbûrî Cemil Bey karakterinin, özellikle Türk makam müziği geleneği tartışmaları bağlamındaki mevcut sahiplenilme biçimlerini eleştirmekte; ve onu, müzikal kişiliğini etkileyen tarihî referanslarla anlamayı ve yorumlamayı amaçlamaktadır. Tanbûrî Cemil Bey’in yaşadığı dönemi ve Cemil Bey’in sahip olduğu toplumsal, ekonomik ve kültürel sermayenin yapmış olduğu müziğe etkisini konu almaktadır. Bu bağlamsal yorumlama çabası ile, Tanbûrî Cemil Bey’in günümüzdeki gelenek-yenilik-devamlılık tartışmalarındaki önemine bakmakta ve bu tartışmaların hâkim unsuru olan romantizmin ötesine geçmemizi sağlayacak yeni sorular sormayı amaçlamaktadır.
Anahtar Sözcükler: Türk Makam Mûsikîsi, Gelenek, Modernleşme, Tanbûrî Cemil Bey, Toplumsal Bağlam

Abstract
This particular paper is an attempt to examine the existing claims over the musical figure Tanburi Cemil Bey, especially in relation to the discussions on Turkish maqam music tradition; and to understand and interpret him with historical references that are presumed to have affected his musical personality. For this, it focuses on the realities of the period in which Tanburi Cemil Bey lived, and on the effects of his social, economic and cultural capital over his music. With this contextual interpretation, it reviews the legacy of Tanburi Cemil Bey in relation to the discussions on tradition vs. modernity and continuity and suggests to ask new questions as an alternative to the romantic perspective dominating these discussions.
Keywords: Turkish Maqam Music, Tradition, Modernization, Tanburi Cemil Bey, Social Context




[1] Dr. Sosyal Antropoloji, erdem.akter@gmail.com