Victor Turner, Ritual Process: Structure-Anti-Structure
kitabının giriş bölümünde, ritüellerin basitçe ve yalnızca ekonomik, politik ve
sosyal ilişkileri yansıtmadığını, bundan başkaca insanların bu ilişkiler ve
içinde bulundukları doğal ve sosyal çevre hakkında ne düşünüp hissettiklerini
anlamanın bir yolu olduğunu belirtir. Kendisinden önce Tanzanya’da Nyakyusalar
üzerine çalışmış Monica Wilson’un şu sözlerine katıldığını vurgular: “Ritüeller
en derin düzeyde değerleri belirtir. İnsanlar ritüellerde kendilerini en fazla
etkileyen, harekete geçiren şeyleri ifade ederler. Bu tür bir ifade biçimleri geleneksel
hâle getirildiğinden ve zorunlu olduğundan ritüellerle açığa çıkan şey, grubun
değerleridir” (Turner, 1995:6).
Turner, öte yandan,
genellenebilir bir bilgiyle, Ndembu ritüelleri bağlamında, bir ritüelde
kullanılan her bir eşyanın, yapılan her hareketin, söylenen her bir şarkı ve
duanın, her bir zamansal ve mekansal birimin yine geleneksel hâle gelmiş
biçimiyle kendisi dışında başka bir şeye delalet ettiğini belirtirek bunları,
ritüellerin yapı taşları olarak ele alır, ritüelleri “molekülleri” olarak
adlandırır ve ritüelleri anlamada
sembollerin grup tarafından nasıl yorumlandığının önemli olduğunu belirtir
(Turner, 1995).
Anadolu’da, 13. yüzyılda yaşamış
ünlü mutasavvıf, şair, filozof Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin ölümünden
sonra, oğlu Sultan Veled Çelebi tarafından resmi bir sufi tarikat şeklini alan
Mevlevilik tarikatına dahil olan her dervişin bilmek ve yapmakla
yükümlü olduğu Mevlevi sema ritüeli ve geleneği, benzer bir şekilde çok yoğun bir
sembolizm barındırmaktadır ve bu tanımlamanın dışında değildir. Ancak, bu
çalışmada inceleme konusu olan grup olan Mevlevilerin ya da Mevlevi oluş hâlinin,
özellikle tekke hayatı içerisindeki ilişkileri ve gündelik yaşayışı düzenlemede
yoğun sembolik hareketler, sözler, zamansal ve mekansal birimler, duaları
da içinde barındırdığı düşünülürse, Mevlevi sema ritüelinin ya da
seremonisindeki sembollerin kişiler tarafından yorumlanışında ritüel zaman ve
mekanının ritüel dışı zaman ve mekandan ayrılması, çeşitli zorlukları ve
dolayısıyla yoğunlukları içinde barındırmaktadır. Nitekim aşağıda birtakım
sembollerden bahsederken, Mevlevi var oluşa dair ritüel zamanı/mekanı
sembollerinin ritüel dışı zaman ve mekana taşındığı kimi semboller olduğu da
görülecektir.
Mevlevi Sema Ritüelinde Evrenin
Yeniden Kurulumu konusuna geçmeden önce, Turner’ın ritüel sembollerinin çok
anlamlılığı, yani aynı anda pek çok anlama sahip olma konusundaki analizine
paralel olarak, Mevlevi sema ritüeli kapsamındaki sembollerin de tek bir anlamı
içermediği, süreç içerisinde farklı şekillerde anlamlandırılıp yorumlandığının
altını çizmekte fayda bulunmaktadır (Turner, 1977). Örneğin bu çalışmada ağırlıklı
olarak başvurulan, kendisi de Mevlevi olan ünlü edebiyat tarihçisi bir Abdülbaki
Gölpınarlı’nın Mevlevilik Adap ve Erkanı
başlıklı çalışmasında, tarihte yaşamış ünlü Mevlevi şeyhlerinin çeşitli ritüel
unsurları hakkında, farklı zaman dilimlerinde yapmış oldukları yorumlara yer
verilmekte, örneğin, günümüzde oldukça yaygın olarak kullanılan, sema
ritüelinin evreni ve evrenin oluşumunu temsil ettiği, semazenlerin de aynı
gezegenler gibi güneşin yani şeyhin etrafında döndüğü yorumuna, Gölpınarlı,
“eski bir telakkiye göre, kesin bir cevap vermemize imkan olmamakla beraber bu
remizlerin (simgelerin) de uydurma ve
yakıştırma olmadığını, gerçeğe uyduğunu söylemek zorundayız” şeklinde cevap
vermektedir (Gölpınarlı, 1963:109).
Mevlevi sema ritüelinin yıllar
içerisinde oldukça oturmuş bir ritüel olması ve Mevleviliğin, başta Osmanlı
döneminde olmak üzere devlet destekli bir tarikat olma özelliği ile bu ritüelin
oldukça resmileşmiş ve formalietelerle dolu olmasından ötürü ritüeldeki pek çok
sembolün anlamı oturmuş olsa da, yukarıdaki örnekte de görüldüğü üzere kimi
semboller için bu çoklu anlam konusu hâla gündemdedir. Bu sebeple, Turner’ın
sembollerin içerden yorumlanmasının öneminin altını çizerek, bu çalışmada,
Gölpınarlı dışında kalan farklı yorumlara da yer verilecektir.
Yine Turner, bu çoklu anlamlar
dahilinde sembollerin karşılıklı zıtlık ilişkisi içinde olduğundan ve bunların ritüel
içerisinde tek bir anlama dönüştüğünden bahsetmektedir. İleride de değinileceği
üzere, Mevlevi sema ritüelinin sembolik yorumlanmasında fark edilen en güçlü
anlamlandırma, yaşam/ölüm, bu dünya/öbür dünya ikiliği olmaktadır. Ritüel her
iki anlamı da barındırırken, ritüel sürecindeki dervişler, Turner’ın eşiksel
evre kavramına paralel olarak, “ne orada, ne de burada (between and betwixt) durumunu yansıtmaktadır (Turner, 1995).
Söz konusu ana sembollere
geçmeden önce, kısaca Mevlevilikten ve ritüelin ana yapısından bahsetmekte
fayda bulunmaktadır.
Kısaca
Mevlevilik, 13. yüzyılda Anadolu’da yaşamış, sufi şair ve filozof olan Mevlana
Celaleddin-i Rumi’nin ölümünden sonra kurulan, daha sonra Osmanlı İmparatorluğu
döneminde, Osmanlı’nın resmi tarikatı hâlini alarak, üç kıtada pek çok tekke ve
dergahla Osmanlı kültür ve medeniyetini temsil rolü üstlenmiş,
ruhani bir eğitim süreci ile birlikte söz konusu yola girenlerin başta musiki
olmak üzere Osmanlı sanatları konusunda yine ona uygun etik unsurlarla eğitim
alıp sanatlarını icra ettiği bir tarikattır (Gölpınarlı, 1963; Barber, 1986).
Mevlana tasavvufuna uygun düşecek şekilde gelişmiş bir adap ve kurallar
sistemine sahip olup, temel prensipleri arasında alçakgönüllülük, birlik
duygusu, aşk ve teslimiyet, bu dünyadan ayrılmama ve bu dünyaya hizmet etme, nefsin
islah edilmesi ve bunun gibileri gösterilebilir. Sema, Mevleviliğe intisap
edenlerin, başta musiki olmak üzere diğer sanatların yanı sıra öğrenmesi ve
yerine getirmesi gereken bir zorunluluktur. Dervişler bu konuda özel bir eğitim
sürecinden geçerken, hem Mevlevi adap ve erkanını içselleştirirler, hem de bu
ritüel ruhani eğitim süreçlerinin de bir parçası hâlini alır.
Bilindiği ve yine kısaca Mevlevi
sema ritüeli, güftesi Mevlana’nın Mesnevisinden alınan, bestesi ise çoğunlukla
Mevlevihanelerde yetişmiş “dede” ya da “şeyh” makamındaki bestecilerin ayin
formunda ve belirli makamlardaki beste eserlerinin icrası eşliğinde, yine
Mevlevihanelerde sema etmeyi ya da çark etmeyi öğrenmiş dervişlerin dönüş
ritüelidir. Ritüel aktörleri, semazenler dışında, neyzenbaşı, kudumzenbaşı ve
diğer müzisyenlerden oluşan mutriban yani müzisyen topluluğu, semazen başı ve dokuz
ve dokuzun katları olan semazenlerdir. Ayrıca, Mevlevilik postunu temsil eden, makam
sahibi şeyh olan postnişin bulunmaktadır. Bu sayıların genel yorumlanışı,
semazenlerin dokuz kat gökyüzünü ya da kimi yerlerde dokuz gezegeni temsil
ettiği, on sekiz semazenin de on sekiz bin alemi temsil ettiği şeklindedir
(Gölpınarlı, 1963).
Sema ritüeli birbirini takip eden
bölümlerden oluşur. Peygambere ve Mevlana’ya övgü anlamına gelen bestesi
Mevlevi bestekar Itri’ye ait Rast makamında Naat-ı Şerifle açılır. Akabinde “la
re la re” notası ile kudüm darbı vurulur. Bu kudüm darbı, Yüce
Yaratıcı’nın kâinâta “Kün!” (Ol!) emrini sembolize eder. Sonrasında
neyzenbaşı ayin hangi makamdaysa o makamdan bir taksim icra eder; bu taksim, İsrafil’in
sur borusunu üflemesi olarak yorumlanır. Taksim bitiminde yine kudumzenbaşının
vuruşlarını takiben ilgili makamda peşrev başlar; ve bununla postnişin ve
semazenler peşrevin ilk darbından sonra ellerini sertçe yere
vurarak ayağa kalkarlar. Bu hareket Allah’ın “ol” emrinden sonra her
şeyin “olduğu”nun sembolüdür. Aynı zamanda kabirden kalkmayı da sembolize
etmektedir. Peşrev sırasında şeyh ve semazenler semahaneyi üç kere yürürler. Bu
yürüyüş maddi alemden manevi aleme yükselişi sembolize eder. Bu aşamaya,
tarikatı resmileştiren Sultan Veled’e atfen, Devri Veledi denmektedir (Gölpınarlı, 1963; Çevikoğlu, 2005).
Bu üç tur sırasıyla, “ilm-el yakin, ayn-el yakin, ve
hak-el yakin” denen, bilme, görme, olma
mertebelerine işaret eder. Bu yürüyüş Hakikat yoluna önceden o yolu
bilen bir rehber ile güvenle gidileceğini sembolize etmektedir. Devr-i Veledî
sırasında kırmızı renkli postun önüne gelen postnişin veya semazenler
karşılıklı olarak birbirlerine niyaz ederler. Bu, ruhun ruha, canın cana selamı
şeklinde ifade edilir. Niyaz, yani murşide ya da bir uluya baş kesmek, diğer
bir deyişle ayaklar mühürlenerek saygıyla selam etmek) sırasında semazenler,
sağ ellerini de hırkalarının içinden kalplerine götürür ve ayak mühürlerler. Ayak
mühürlemek, sağ ayın baş parmağını sol ayağın baş parmağı üzerine koyarken, sağ
eli parmaklar açık olacak şekilde göğse, sol eli ise aynı şekilde sol böğre
doğru koymak anlamına gelir. Rivayete göre, Mevlevilikte yine önemli bir figür
olan aşçıbaşı, Ateşbaz-ı Veli’nin Mevlana’ya “odun kalmadı” ve Mevlana’nın da
“ayaklarını kazana at” demesi üzerine, aşçıbaşı ayaklarını kazana atmış;
ayaklarına bir şey olmamasına rağmen, bir anlık tereddüdü ve şüphesi sebebiyle
sol başparmağının yanmıştır. Mürşide şüphe duymadan aşkla mutlak olarak bağlı
olmayı sembolize eden ayak mühürleme hareketi Mevleviler arasında genel selam
şekillerinden birisidir. Bu hareketten sonra, postnişinin posta geçmesi ile Devr-i Veledî biter. Kısa bir taksim ile
ayin icrasına geçilir (Gölpınarlı, 1963).
Ayin dört selamdan oluşur. Ayinin
bölümlerini, aynı makamda farklı usullerde vurulan dört ayrı eserin icrasından
oluşan bölümler olarak da düşünmek mümkündür.
1. Selamda müzik başladığında
semazenler üzerlerindeki siyah hırkayı çıkartırlar. Siyah hırka kefeni temsil ederken
bu hareket hakikate doğmayı temsil eder. Daha eller açılmamıştır, niyaz
pozisyonundadırlar. Bir rakamını andırdıklarından, Allah’ın birliğini sembolize ettikleri
düşünülür. Semazenbaşı, Post’un karşısına geçer. Postnişinden sema
için destur alınır. Postnişinin destur vermesi ile semazenler sırayla postnişinin
elini öperler (görüşürler). Sonrasında dönüş ritüeli başlar. Müziğin bitimiyle 1.
Selam bitiminde şeyh sessizce “kendi varlığınız çevresinde dönün; istidadınıza
yaradılışınıza uyun, itiat edip amelde bulunun” anlamında duasını okur. 1. Selam
, insanın
bilgiyle hakîkate doğarak Yüce Yaratıcı’yı ve kendi kulluğunu idrâk etmesidir
(Gölpınarlı,
1963; Çevikoğlu, 2005).
2. Selamda selamlaşma olmaz;
müziğin başlamasıyla birlikte sema başlar ve müzik bitiminde şeyh içinden
“Allah tam esenlik versin size ey sevgi ve aşk yollarında yürüyenler, can
gözlerinizden perdeyi kaldırsın da, devrin ve gerçek merkezin sınırlarını
görün, duasını okur. 2.Selam, insanın yaratılıştaki düzeni ve büyüklüğü
fark ederek Allah’ın kudreti karşısında hayranlık duymasını ifâde
eder (Çevikoğlu, 2005).
3. Selam bitiminde, postnişin “ey
aşıklar ver gerçekler, Allah’tan esenlik size devirleriniz tamamlandı,
ruhlarınız arındı; Allah sizi yakıyne, yakıynın gerçek makamına ulaştırdı” duasını
okur. 3.Selam bu hayranlık ve minnet duygusunun aşka dönüşmesidir. Aşk ile
kendinden geçiştir. Tam bir teslimiyettir, vuslattır, sevgilide yok oluştur. Böylelikle
Hz. Muhammed’in göğe yükselmesi gibi bir çeşit miraca ulaşıldığı varsayılır.
Son olarak semazenlerin yalnızca
kendi etraflarında döndükleri 4. Selam insanın mânevî yolculuğunu tamamlayıp
kulluğa yeniden dönüşünü sembolize eder. Bitiminde şeyh posta döner, Kuranı
Kerim okunur. Bu esnada semazenler semahanenin kenarına çekilirler, bulundukları
yere otururlar. Kuran’ı bu şekilde dinlerken, içlerinden biri
herkesin hırkasını giydirir. Kuran’dansa muhakkak surette Bakara suresinden, “Maşrık da Allah’ındır, mağrib de. Hangi tarafa
dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır. Çünkü Allah Vasî’dir, Âlim’dir.mealindeki ayeti okunur.
Kuran’ın bitiminden sonra Postnişin “Fatiha” der. Bu Fatiha Suresi
gizli olarak okunduktan sonra ayağa kalkılır. Bazen, Semazenbaşı tarafından
Mevlevi Gülbangı denilen özel bir Farsça dua okunur. Gülbang, Farsça’da gül
sesi anlamına gelir; bir çeşit duadır ve Mevlevilikte her iş için (yemek
öncesi, ayin sonu, vb.) ayrı bir gülbang bulunmaktadır. Bu duada, bütün
peygamberler, şehitler ve bütün inananlar ile, devletin selameti istenir. Dua
bitiminde tekrar “Fatiha” duası okunur ve Gülbang Postnişin’in Allah anlamına gelen “Hû diyelim” sözüyle biter. Bütün müzisyenler
ve semazenler de yüksek ve düz bir sesle “Hû” diyerek cevap verirler
(Gölpınarlı, 1963; Çevikoğlu, 2005).
Yukarıdaki semboller ışığında,
sema ritüelindeki kozmogoninin İslam kozmogonisinin, İslami evren anlayışının
yeniden kurulumu olduğu söylenebilir, ancak birtakım önemli ana semboller,
Mevleviliğe ait inanç ve değerleri anlamamıza bize yardımcı olacaktır.
Bunlardan bazıları şunlardır:
1.
Dönüş
ve dönüş esnasında söylenenler: Mevlevi sema ritüelinde dönüş
sağdan sola, yani kalbe doğrudur. Dönüş sırasında, sol ayak sabittir.
Gölpınarlı, dönüş ritüelini şu şekilde açıklar:
Semazen her çarka başlarken, içinden “Al” der; çarkı yere
basınca “lah” diyerek İsm-i Celali tamamlar (Allah’ın ululuk sıfatı). Böylece
ayinin ahengine uyan bir de içten söylenen İsm-i Celali katar. ...İsmi Celali
zikrettikçe, her yanda izafi varlıkla var olanları bir hayal içinde süzer ve bu
hayalin hakıykatinin Mutlak Varlık olduğu mülahazasına dalar. Kendinden
tamamıyla geçmiştir; “mahv” alemindedir (kendinden geçmiştir). Fakat dedelerin
dediği gibi, “semazenin ayağını görür”. Kendini zorlamadan, önündekinin
ardındakinin hayalini sezer ve ona göre tennure ve kol çarpmadan yürür; şu hâlde
bir yandan da “sahv” alemindedir. (ayık, aklı başında ve kendinde olma hâli).
Semazen “sahv” aleminde “mahv”a erer; vahdette kesreti (birlikte çokluğu),
kesrette de vahdeti görür (çoklukta birliği). Çok olur ki, gözyaşları,
sessizce, ihtiyarsız süzülür; zevkine son yoktur, kalbi İsm-i Celal’le atar;
duyduğu ses, O’nun sesidir; seyri kendinden kendinedir; vecdi, cezbesi zatidir;
alayişten münezzehtir” (1963:88).
Dönüş ritüeline ait bu yoruma
istinaden, sema’nın yokluk ile varlık, aklı başındalıkla insani özelliklerin
yok olması, birliğe ulaşma ile çokluğa ulaşma arasında eşiksel bir durum olduğu
yorumu yapılabilir. Victor Turner’ın terimleri ile konuşacak olursak, yaşamla
ölüm arasında, hem bu dünyada hem öteki dünyada olmayı kapsayan bir anti-yapı
durumu söz konusudur. Derviş, ne yaşam alanındadır, ne ölüm alanında; ne
kendinden tamamiyle geçer, ne de tamamıyla kendindedir. Bu iki alanı birden
yaşar ve yaşaması gerekir. Nitekim ritüelde sembolize ettiği biçimiyle, söz
konusu manevi yolculuk dahilinde “bu dünyada” olmak ve “bu dünyaya” hizmet
etmek, yukarıda bahsedildiği üzere Mevleviliğin olmazsa olmazlarından biridir.
Benzer
bir şekilde Mevlevi dervişlerin tennure, yani semazenlerin kolsuz, yakasız
etekleri açık geniş elbiseleri üzerine giydikleri siyah hırka kefeni, sikke,
yani yünden yapılma Mevlevi külahı da mezar taşını temsil etmektedir. Sema
ritüeli başlarken, “Ol” emrine denk düşen kudüm vuruşları sonrası, dervişler
hırkalarını atıp dönmeye başlamakta, ritüel sonunda ise bu hırkaları tekrar giymektedirler.
Bu hareketler, ritüelde yaşam ve ölüm kavramlarının birbirinin içine geçişini
göstermektedir.
İlaveten, yukarıdaki açıklamalar
ışığında, Turner’ın eşiksel evre kavramına ait, hiçbir şeye sahip olmama,
belirsizlik, sınıflandırmaların dışında olma, cinsel kimliğin olmaması, tevazu,
daha yüce birinin yönergelerini harfiyen dinleme ve bunun gibi özelliklerin
Mevlevi sema ritüeli özelinde ve Mevlevilik yolu genelinde ön plana çıkan
özellikler olduğunu söylemek mümkün olmaktadır (Turner, 1995). Bu yakınlıkla,
Mevlevi sema ritüelini eşiksel evre kavramı ışığında değerlendirebilmenin
mümkün olduğu savunulmaktadır. Ancak bunun yalnızca ritüel zamanına ait bir eşiksellik
olmadığı, tasavvufun kendi zaman anlayışı çerçevesinde farklı bir yorumlamaya
açık olduğunu vurgulamak yerinde olacaktır. Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için
ritüel kuruluş miti ve ritüel mekanı olan semahane kavramlarının anlaşılmasının
faydalı olacağı düşünülmektedir.
2.
Kuruluş
Miti: Söz
konusu kuruluş miti, tarikata kaynaklık eden Mevlana’nın sema etmeye ilk nasıl
başladığına dair söylencedir. Rivayete göre, Mevlana, içindeki ilahi aşk
ateşini yakan Şems’i Tebrizi’den ayrı düştükten sonra, bir gün çarşıda gezinirken,
bir altın işleyicisi dükkanının önünde içerden gelen çekiç seslerini duyar. Çekiç
sesleri ile birlikte kendinden geçer ve çekicin her bir vuruşunda Allah’ın
ismini zikretmeye başlar. Daha sonra duyduğu tüm çekiç sesi ve diğer tüm sesler
“Allah” sesine dönüşür. Kollarını açar ve yolun ortasında sema etmeye başlar (Friedlander
1975:56).
Bu kuruluş mitinin temel
unsurları incelenecek olursa, ilk olarak semanın herhangi bir kutsal mekanda
gerçekleşmediği anlaşılacaktır; hatta “yolun ortası” gibi bir ifade ile, söz
konusu ritüel mekanının herhangi bir yer olabileceği anlaşılmaktadır.
Mevlevilik yolunun temel değerlerini özetleyen sema ritüelinin başlangıç
noktası ise aslında duyma edimine dayanmaktadır. Nitekim, sema kelimesi de aslında
duymak işitmek anlamına gelmektedir. Söz konusu mitte aktif bir özne söz
konusudur; bu özne, “dışarıda” duyduğu ses ile birlikte “Allah” adını
zikrederek, tüm seslerin “Allah”a dönüştüğü bir birlik hâline ulaşır, kendinden
yola çıkarak, kendinden geçer.
Birliğe
ulaşma, ritüelde sembolize edildiği kadar, Mevlevilik yolunun da temel
vurgusunu oluşturmaktadır. Ritüelde, yoğun bir şekilde anlam bulan birlik
duygusuna ulaşmak, ritüel mekan ve zamanını aşmaktadır. Dolayısıyla, ritüelin
eşiksel evre kavramı dahilinde değerlendirilebileceğine dair yukarıda bulunulan
iddianın söz konusu ritüel zaman ve mekanını da aştığı düşünülmektedir. Bunun
için diğer önemli bir sembol olan ritüel
mekanına bakmakta fayda bulunmaktadır.
3.
Semahane/meydan: Mevlevilikte, ritüel mekanının
adı semahanedir. Evreni temsil ettiği düşünülmekle birlikte sınırları belirli
ontolojik bir mekandır. Buna uygun olarak daireseldir. Mutribhane, minber,
züvvar gibi bölümlere ayrılır. Bu noktada semahane, Eliade’nin kutsak mekanına
benzetebiliriz. Bu kutsal mekan, dünyevi olan mekandan ayrılır ve aynı kutsal
mekanın bir evren kurulumu temsil etmesi gibi ve barındırdığı ev vurgusu ile evrenin
kurulumunu temsil etmektedir (Eliade, 1949). Öte yandan, bu ontolojik mekan
tanımlamasının yanı sıra sema ritüelinin yapıldığı yer için meydan terimi de
kullanılmaktadır ki bu ritüel mekanını aşan, birden fazla anlamı olan çok daha
geniş bir alandır.
Ritüel mekanı yanı sıra meydan,
dergahlarda 1001 günlük eğitim süreçlerini tamamlamış dedelerin huzurunda yola
yeni başlayan dervişlerin öğrenmelerin gerçekleştiği yere denmektedir
(Gölpınarlı, 1963). Bu anlamıyla, “meydana çıkmak” Mevlevilikte ve diğer pek
çok tasavvuf kolunda önemli bir ifade biçimi oluşturmaktadır. Burada ontolojik ritüel
mekanından ziyade, dervişlerin diğer dervişlerle ve kendilerinden daha
deneyimlilerle birlikte yaşanan deneyimlerine yapılan bir vurgu söz konusudur.
Öğrenme sürecini temsil etmektedir.
Öte yandan meydan kelimesi,
başkaca, dervişin canını o yola kurban ettiği tasavvuf yolu için de
kullanılmaktadır. Kişinin nefsi yani egosu ile mutlak varlık arasındaki
temsiliyet için sürekli bir mücadele alanını simgelemekte, dervişin bedenlenmiş
manevi yolculuğuna tekabül etmektedir. Dolayısıyla bu meydan, yolun ortası da
dahil olmak üzere herhangi bir yer olabilir; herhangi bir yer de ritüel
mekanına dönüşebilir. Dervişin bedeninde esas mekanını bulur, ama aslında
duygulanımsal (affective) bir mekandır ve mitte de görüldüğü üzere
iletişimde olunan diğer özne ve şeylere göre hep yeniden şekil alır.
Dolayısıyla, bu kavram için mekan, zamandan ayrı düşünülemez.
Bu noktada, önemli bir tasavvuf
kavramı olan dem kavramını vurgulamak
gerekmektedir; zira dem kavramı aynı
anda hem zamansal olarak “an” kavramına tekabül etmekte, hem de yaşam, can, aşk
ve varoluş gibi anlamları içinde barındırmaktadır (Çamuroğlu
1999). Tasavvufta zaman kavramı “dem” kavramı ile iç içe geçmiştir, “dem bu
demdir dem bu dem” yaygın kullanımı ile dairesel ve dönen bir zaman anlayışı
hakimdir. Bu anlayışta ise çoklu var oluşlar ve anlar söz konusu olup, daimi
bir oluş söz konusudur. Gölpınarlı’ya gore bu zihinde gerçekleşen bilişsel bir
süreçtir ve zamanın hakikati ancak içinde yaşanılan anda bulunabilir:
Kainat [ise]
her an yeniden yaratılmaktadır; bir an öncesi kainat, geçip gitmiştir; içinde
bulunduğumuz an, biz ve kainat, yeniden Mutlak Varlıktan zuhur etmişizdir.
Böyle olunca insan, bulunduğu anın tecellisine tabi olmalıdır. Her an, Hakk’ın
bir zuhuru olduğuna göre, bakıy olan ancak Hak’tır (1963:12-3).
Dolayısıyla
meydan, eşiksel evredeki ritüel mekanı olmasının yanı sıra, anda sürekli
oluşların söz konusu olduğu duygulanımsal (affective)
mekana da denk düşmektedir. Nigel Thrift’in temsilsizlik teorisinde (non-representaion theory) belirttiği
üzere, bu tür bir mekan ilk olarak insanların gündelik mekansal ve zamansal
pratikleri ile ilgilidir. Bu anlayışta bölünemez bir özne yoktur; özne bağlantıda
bulunduğu zaman ve mekana göre dağılmıştır (decentred).
İkinci olarak, mekan, bu dünyadaki zamansal/geçici varlıkların bedensel
pratikleri ile biçimlenir. Üçüncü olarak ise, söz konusu pratiklerin öznesi duygulanımlı
bir öznedir; etrafı ile dialojik bir ilişki içerisinde olduğundan, yine
etrafındaki insan ve insan dışı özne ve şeylerle kendini hep yeniden
kurmaktadır (1997).
Buna paralel olarak derviş, anda,
Allah’ın bir yansıması olan “an”a, yani “dem”e ve dolayısıyla kendi oluşlarına
teslim olmayı öğrenmektedir. Mevlevilerce yaygın biçimde kabul görmüş ve
Mevlevi tarikatlarındaki öğrenme süreçlerinde ilahileri okunan diğer bir
Anadolu mutasavvıfı Yunus Emre’nin bir şiirinde belirttiği üzere:
Hak bir gönül verdi bana/Ha demeden
hayrân olur
Bir dem gelir şâdân olur/Bir dem gelir
giryân olur
Bir dem çıkar arş üzere/Bir dem iner
taht-es-serâ
Bir dem sanasın katredir / Bir dem taşar
ummân olur
Bir dem cehâletde kalır/Hiç nesneyi
bilmez olur
Bir dem gelir gümrâh olur
Miskin Yunus hayrân olur (Gölpınarlı
1992:158)
Dolayısıyla meydan herhangi bir yer ve
herhangi bir zaman olabilir. Bu özelliğinden ötürü de eşiksellik kavramının
tasavvufun kendine has zaman kavramı içerisinde yorumlanması gerekir. Yukarıda
belirtildiği üzere, söz konusu zaman kavramı içerisinde “teslimiyet” hakim bir
temadır. Bunların anlaşılabilmesi için yine önemli semboller olan “şeyh” ve “hatt-ı
istiva” kavramlarının altını çizmekte fayda bulunmaktadır.
4.
Şeyh
ve Hattı-ı İstiva:
Sema ritüelinde görüldüğü üzere, şeyhin yani postnişinin konumu merkezi bir rol
oynamaktadır. Ritüelde şeyhle özel selamlaşmalar önemli bir rol oynarken, yine
şeyhin dervişler üzerine duaları ritüelin yönlendirici unsurları olarak
karşımıza çıkmaktadır. Ritüel mekanında, şeyhle birlikte düşünülmesi gereken
bir diğer unsur ise, semahane de, şeyhin oturduğu post ile meydan kapısı
ortasında olduğu farzolunan hatt-ı istiva isimli çizgidir. Hatt-ı istiva sözlük
karşılığı olarak, evren sembolizmine paralel bir şekilde ekvator anlamına
gelmektedir. Semazen derviş dönüşleri sırasında bu çizgiye dikkat etmekte ve
çizgiye geldiğinde hafif bir yay çizerek asla çizgiye basmamaktadır. Çizgi görünen
ve görünmeyen alemleri ve “Yüce Yaratıcı’ya ulaştıran en kısa yol” u temsîl etmektedir.
Gölpınarlı’nın tabiri ile, “Semahanenin merkezidir. Mevlana’nın ve onun yolun
temsil eden makam çelebisinin daha doğrusu “hakıykat-ı Muhammediye” varisi ve
mahzarı olan kutbun yeridir. Şeyhin burada sema etmesi ona niyabet (vekaleten
tahtına oturma) yoluyladır” (1963:92).
Kırmızı postun, yani şeyhin postunun
önüne gelen semâzenler, posta sırt çevirmeden ve Hattı İstivâ’ya basmadan
dönerek karşıya geçer ve arkasından gelen semâzenle yüz yüze gelirler. Bir an
göz göze gelen iki semâzen aynı anda öne doğru eğilerek birbirlerine baş
keserler. Buna “mukâbele”, yani karşılaşma denir. Sema ritüeline de, aslında
Mevlevi Ayini değil, Mevlevi Mukabelesi denmektedir. Bu, bedenlerin gizlediği
cânın, câna selâmıdır. Ve en kısa yol için şeyhe teslimiyet gereklidir. Şeyh
ise kendi varlığı dışında Mevlana’yı ve Muhammedi temsil etmektedir. Başka bir
deyişle, ilahi varlığın yer yüzündeki temsilcisini temsil etmektedir.
Kısacası ritüelde ve Mevlevi
yolunda Mutlak varlıkla bir oluş temsiliyet yolundan geçmektedir. Derviş, “an”a
ve “an”daki dairesel oluşlara teslim olabilmeye öğrenebilmek için ise ilk önce
şeyhe, yani mürşidine teslim olmak durumundadır. Bunun için ise kendi egosunu
yani nefsini köreltmeli ve iradesini şeyhe vermelidir.
SONUÇ
Mevlevi
sema ritüeli, sembolik yorumlanması, içinde barındırdığı çiftli zıtlıkları, sembollerin
birbirlerine karşı konumlanışı ve yapı/anti-yapı ilişkisi itibarı ile Victor
Turner’ın eşiksel evre kavramı çerçevesinde değerlendirilebilir. Ancak gerek
Mevleviliğin halihazırda ritüelde yükseltilen kavramları ve ifade biçimlerini
öğreten bir tarikat yolu olması, gerekse kendine has zaman anlayışı sebebiyle,
söz konusu eşiksel evre kavramı ritüel zaman ve mekanını içererek aşan bir hâl
almaktadır. Öyle ki, ritüel mekanında yüceltilen değerler hâlihazırda, Mevlevi
dervişlerin öğrenmeye girdikleri ve bu anlamda kendi egolarıyla mücadeleye
girdikleri yolun temel değerlerini oluşturmaktadır. Öte yandan, Mevlevi zaman
anlayışına göre, var oluş “an” kavramı üzerinden şekillenmekte ve dolayısıyla
söz konusu yüceltilen değerler, aslında girilip çıkılan oluş alanlarıyla anlam
bulmaktadır. Sonuç olarak, ritüel zaman ve mekanında ön plana çıkan eşiksel
evrenin Mevlevi dervişinin yaşamında da söz konusu olduğu, buradaki zaman ve mekanın
ise duygulanımsal (affective) bir
zaman ve mekan anlayışı olduğu söylenebilir.
KAYNAKLAR
Barber, Theodore. 1986. “Four
Interpretationd of Mevlevi Dervish Dance”, Dance
Chronicle, Vol 9, No. 3. Pp. 328-355.
Çamuroğlu, Reha. 1999. Dönüyordu: Bektaşilikte Zaman
Kavramı.
İstanbul: Om Yayınevi.
Çevikoğlu, Timuçin. 2005. “Sema Töreni ve
Mevlevi Ayinleri”, Mostar, Sayı 7,
www.mutriban.com/sema-toreni-ve-mevlevi-ayinleri (son erişim tarihi: 19 Mayıs
2011).
Eliade, Mircea.
1949[2005]. Dinler Tarihi: İnançlar ve
İbadetlerin Morfolojisi. Konya:
Serhan Kitabevi (trans. Mustafa Ünal).
Friedlander, Ira.
1975. The Whirling Dervishes. New York: MacMillan
Publishing.
Gölpınarlı, Abdülbaki. 1992. Yunus Emre ve Tasavvuf. İstanbul:
İnkılap Yayınevi.
--------------------------
1963. Mevlevi Âdâp ve Erkanı. İstanbul:
Yeni Matbaa.
Thrift, Nigel. 1997.
“The Still Point: Resistance, Expressive Embodiment and Dance” in Geographies of Resistance (eds. Steve
Pile and Michael Keith). London; New York: Routledge. Pp.
124-151.
Turner, Victor.
1995. The Ritual Process: Structure and
Anti-Structure. New York:
Aldine de Gruyter.
-----------------.
1977. “Symbols in African Ritual” in Dolgin, J.L., Kemniteer, D.S. and
Schneider D.M. (eds.), Symbolic
Anthropology: A Reader in the Study of Symbols and Meanings. Columbia: Columbia
University Press.
Güzel bir çalışma...
YanıtlaSil