Geçtiğimiz günlerde (3-5 Mart 2006) AFM / Migros Ankara Sinemalarında gerçekleştirilen Ankara !f kimilerimiz için bir hayal kırıklığı oldu. Genellemeler yapmaktan imtina ettiğimizden dolayı, birinci tekil şahısa transfer olup, benim için bunun ilk nedeninin bir İstanbul-Ankara farklılığı olmasından yakınarak başlayabilirim söze. “Orta sınıf” sanatsal/kültürel kaygılarıyla izlediğimiz, takip ettiğimiz, sevdiğimiz, sinirlenip küfrettiğimiz pek çok yazılı ve görsel medya aracında güzel tanıtımlara tanık olup, sonra da !f İstanbul kitapçığını elime aldıktan sonra, pek tabii ki zihnimin sulanmasına (ve bu arada görsel açgözlülüğümün artmasına) engel olamadım hâliyle. Lakin bunun Ankara !f’teki uzantısı ve benim sulanma durumum üzerindeki etkisi, daha en başından ve en basit hâliyle Ankara ve İstanbul filmleri arasındaki rakamsal uçurumdan (kısa filmler dışında 51’e 17 gibi bir şey galiba), tabii bundan da önemlisi, bekliyor olduğum pek çok filmi görememekten kaynaklanan bir şişme durumunun peyda olması.
Uçurum ve dolayısıyla şişme hâline neden olan faktörler lay lay lom edebiyatını aşan çoklu bir denklem (buna eyvallah zaten); lakin, filim seçimine dair, özellikle de bu film yokluğunda (“bu sınırlı filmler arasında” aslında, haset ettik bir kere) What the Bleep Do We Know (Biz Ne Bilebiliriz ki?)[1] gibi bir filmin tahrik edici bir tanıtım yazısıyla “bağımsız filmler gösterimi”ne konmuş olmasına dair bir takım kafa karışıkları yaşamıyor da değiliz (buralar hâla birinci tekil şahıs aslında). Hatta, komplo teorilerine eğilimli yanımız, bu filmi göstermek için, ilgili Amerikan prodüksiyon şirketinin (ve sponsorlarının) para vermiş olabileceğini fısıldıyor kulağımıza (komplo bu ya!!!). Mevzu sponsor olayına ucundan bulaşınca, konu iyice dağılıyor zaten... ve sonra, kendimizi toparlıyoruz....
Filmin adı What the Fuck (#$*!!!#) Do We Know aslında, o görmüş olduğunuz da “Bip!” sesi (Hmmm.... Enteresan...). Bu başlığın yanında da şöyle bir tanıtım yazısı: “Kah belgesel ve kah kurmaca görüntülerin, çarpıcı görsel efektler ve animasyonla harmanlandığı film... Eleştirmenlerce Matrix’e benzetilse de bu filmin önemli bir farkı var: gerçek olması. ...el değmemiş bir alana doğru yapılan yepyeni bir yolculuk: insan bilincinin ta kendisi” (Buradaki bold walla da benden değil). Film, gerçeklik nedir diye başlıyor; bunu dert edinmiş; ve bu soruyu “kuantum” fiziği ve “kuantum” evreni üzerinden açıklıyor. Bunu yapma araçları da, “bilirkişi”lerle yapılan tek kamera mülakatlar, buna eşlik eden kurmaca bir hikaye, dolayısıyla bir film, ve bunun içinde de “eğitici-öğretici” animasyonlar. Mülakatları ve ders verme kısmını atarsanız, ideolojisini büyük bir netlikle sorgulayabileceğiniz bir film var aslında ortada; ve o da zaten attığınız kısmın iyice sorgulanası niteliği ile birleşince “pişti!!!!” oluyor[2].
Kurmaca ve film bölümünde, konuşma engelli, 35-40 yaşlarında, küçük bir şirkete bağlı olarak orada burada fotoğraf çekerek (düğün, sergi, mezuniyet, vs.) hayatını idame ettiren; kronik bir “sıkılma” hâlinde olan (ki buna en basitiyle depresyon veya libidinal enerjinin dibe vurması da diyebiliriz) ve bulunduğu sıkılma hâli nedeniyle özelde hayatını, genelde hayatın kendisini irdeleyen bir kadın var: Amanda. Kurmacanın merkezinde de Amanda’nın “sıkılma” hâli irdeleniyor. Filmde çeşitli flashback’lerle bize gösterildiği biçimiyle, Amanda’nın varoluşu sorgulamaya iten sıkıntısının kökeni, kocasını yatakta başka bir kadınla görmüş olması (yani aldatılan ikinci kadın olma hâli) ve akabinde biten bir evlilik. Bundan sonra da evini başka bir hatun kişiyle paylaşıp, hayatına “eskisi gibi” devam etmeye çalışıyor...
Filmde Amanda gibi bir karakterin sıkıntılarının “ikinci kadın olmayı yedirememe” psikolojisine indirgenmiş olması, filmin ideolojik bombardımanının çıkış noktasını oluşturuyor. Keza Amanda en başında engelli bir kadın; ikinci olarak da, evliliğinin bitiminden sonra (başlarda) katlanamadığı (sonra Amanda eriyor tabii) bir ev arkadaşıyla evini paylaşmayı seçtiğine (“belki de” zorunda kaldığına) göre de, çalıştığı iş geçimini yeteri kadar karşılamıyor diyebiliriz. Diy-ebilir-iz (ya da diyemeyiz), çünkü film bunlara dair bir ipucu vermek konusunda sıkıntılı. Aksine kurmacanın mekanı öyle bir mekan ki, değme bilim kurgulara taş çıkartacak hijyenik bir Anglo-saksonya’da (ki burası Amerika oluyor, dikkat!!!) Amanda dahil herkes birbiriyle akışkan ve sıkıntısız ilişkiler ağı içerisinde (Allahım Allahım hepimiz ne kadar iyi insanlarız), iletişim imkanları ve iletişimin niteliği kusursuz, ekonomik refah hat safhada, hayatın içinde şiddetin (ş)si yok, sanatçılar lay lay sanatlarını icra ediyor, sokaklarda çocuklar oynuyor, insanlar birbirlerine yardım ediyor ve Amanda dışında herkes “iyi”. O da zaten ikinci kadın....
Ve işte tam da burada “bilirkişiler” devreye giriyor, “halbuki gerçeklik nedir ki?” diyerek; ve “aslında tüm mutsuzluğumuzun temeli algılayışlarımızda yatıyor” diye ekleyerek. Çünkü, diyor bilen insanlar (ki onların da hepsi seçilmiş, orta sınıf, hak yoluna gelmiş, mutlu, mükemmel ve -bir Hintli dışında- beyaz Amerikalı bilim adamları ve kadınları; ve tabi bir de aydınlanmış ulu kadın Ramtha var[3]), Kuantum evreninde eyleme dair olasılıklar sonsuzdur, ve esas mesele bizim bunlardan hangisini seçtiğimizle ilgilidir; bu seçimlerimize yönelik geliştirdiğimiz farkındalık bizi “kurban” olmaktan çıkarıp yepyeni bir paradigmaya adım atmamızı sağlar.
Kuantum fiziğinin ayaklar altına alınması ve basite indirgenmesinden duyulan rahatsızlığı bu işin erbaplarına bırakacak olursak, filmin en dikkat çekici (tahrik edici ve kaşındırıcı) yanı, bir yeniçağ öğretisinin, bu “beyaz” adam ve kadınlar tarafından hepimizin salak yerine konularak (beyinlere zarar teletubbies tadındaki animasyonlarla) beynimize sokulması; veya çok daha basit bir dille olayın bir NLP reklamına ve yeni çağ şifacı edebiyatına dönüştürülmüş olması. Öyle ya zaten, bu dünyadaki varoluşumuza dair her türlü sıkılma hâli bizim olaylara bakışımızla ilgili; mutlu bir varoluş hâli için asıl savaş alanı da, aslında ilgili hormonlarla beslenen hücrelerinizin alanı ve beynimiz. Bu anlamda her şeyi biz yaratıyoruz ve Bağdat da aslında arada dostlarla kahve içilmeye gidilen bir kafeden başka bir şey değil. Zaten, 14 bilen kişiden biri olan ve Kolombiya Üniversitesi’nde Bilim Felsefesiyle iştigal eden Dr. David Albert’in de dediği gibi, 11 Eylül’de Dünya Ticaret Merkezi’nin başına gelenler aynı bu şekilde yaratılan yanlış bir din kurgusundan kaynaklanıyor (yani “onlar”ın yanlış kurmacasından kaynaklanıyor; bakınız zaten mutsuzlar kendi cehennemlerinde, bombalar altında). Gelin haydi “iyi” insanlar, hepimiz özel olduğumuzun farkına varalım, kendimizi sevelim ve yepyeni bir paradigmaya atlayarak sonsuz olasılıklar cennetinde yaşayalım.
İşte tam da bu düstur, gariban insancıkları kesip doğrayacağız diye klonlarken, onlara işledikleri yegane bilinç oluşturma programının düsturunu getiriyor aklıma: Sen özelsin. Bu hayatta çok özel bir amacın var. Sen seçildin. Ada seni bekliyor (You're special. You have a very special purpose in life. You've been chosen. The Island awaits you). İster istemez “hepimiz programlanıyoruz” demek geliyor içimden, birilerinin programlanmış bilincimiz üzerinden daha iyi, daha yakışıklı, daha güzel, daha sağlıklı insanlar olarak yaşamlarını sürdürebilmeleri için (Evrim teorisi gerçek ha!! Fethullahçılara buradan duyurulur).
Hulâsa, illa ki de “gerçeklik sorgulayalım”sa maksat, ADA daha “bağımsız” bir film kaçıyor; bu da festival organizasyon komitesine duyurulur.
[1]“sayfasına bakmam lazım” diyenler için (ki bir bakmakta yarar var; adamlar işi abartmış 3-8 Mayıs 2006’da “proje” ekibi olarak Bali’de Global Healing Konferansına gidiyorlar; “proje” ekibinin başka bir filmi de var bu arada) http://www.whatthebleep.com/ (son ziyaret edilme tarihi 15 Mart 2006)
[2] Filme bir tek ben kafayı takmadım tabi; Rotten Tomatoes’daki çocuklar da güzel eleştirileri derlemiş (hâliyle bir iki övgüye de hazırlıklı olun); “ay çok merak ettim” diyenler için http://www.rottentomatoes.com/m/what_the__do_we_know/ (son ziyaret edilme tarihi 15 Mart 2006)
[3] “yaw kim bu ulu (ya da lanet) kadın, öyle gözlerini de koca koca açmış, kendinden geçercesine konuşuyor” diyenler için (kadın “ben aydınlandım” diyo ya!!!) http://www.ramtha.com/html/aboutus/about-ramtha.stm (son ziyaret edilme tarihi 15 Mart 2006)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder