Fiziksel özelliklerim şu şekilde. 1.70 boyundayım. Koyu sarışın ya da açık kumral denen saç rengine sahibim. Gözlerim mavi. İnce yapılıyım. Bir muhabbet ortamı oluşuyorsa sokakta, orda burada (özellikle de İstanbul Avrupa yakasında) ilk etapta “nerelisin” ya da ‘ver ar yu fırom’ diye soruyorlar bana. ‘Türkiyeliyim’ diyince de, ya inanmıyorlar, ya daha fazla kurcalıyorlar (kesin bir bit yeniği var bu işte gibisinden), bazen de ‘aaa ne güzel Türkçe konuşuyorsun, nerde öğrendin’ diyorlar. Hatta ikinci defa ‘Türkiyeliyim’ dediğim halde ısrarla ‘bak valla çok güzel Türkçe konuşuyor(sun) ‘ dedikleri durumlar da olmadı değil. Oldu. Memleket halleri işte.
Bilmiyorum, ben de mi bir gariplik var, yoksa Türkçe’m mi kötü, nedir ? Neden memleketimin insanı beni kendinden kabul etmiyor?
Buna benzer bir olay, işe paldır küldür yetişmeye çalışırken taksi kullanmak zorunda kaldığım güzel İstanbul yaz sabahlarının birinde başıma geldi. Hızlı adımlarla kendimi Kumbaracı Yokuşundan aşağıya verdim; tramvay yoluna çıktım; ve Mecidiyeköy’e gidecek şekilde Karaköy istikametinden gelen taksilerden birine elimi kaldırdım. Taksiye bindikten sonra ‘Mecidiyeköy, Emniyet Binasının orası’ dememle birlikte benim için klasik olan İstanbul sosyalleşmelerinden biri daha başladı: ‘Aaa, ama ben sizi turist zannetmiştim’, dedi Şoför Bey. Ama... Benim amam ise bu sefer Şoför Beyin ilk defa karşılaştığım bir yorumla gelmesi oldu: ‘Turist gibi giyinmişsiniz de...’ Hmm... Bir dakika; burada biraz duralım lütfen.
Üzerimde ne vardı? Kapalı Çarşıdan, şilebezi kıyafetler satan bir dükkandan çok severek aldığım beyaz, üzerinde enine açık mavi, fıstık yeşili, kahverengi ve siyah çizgileri olan püfür püfür bol kesimli bir şalvar; üstünde, içimdeki turkuvaz atletin askıları görünecek şekilde giydiğim ve yine rahat kesim, geniş yakalı beyaz penye bir t-shirt, altımda giymekten eskimiş gri spor ayakkabılarım; ve onun içinde de beyaz fıstık yeşili çizgili çoraplarım. Çok olağanüstü bir durum yok yani. Hatta bir de üstüne üstlük üzerimde şalvar var... Hem de şilebezi. Bu nasıl bir kimlik kurmacası? Kafamın içinde bir sürü soru dolanıyor: acaba siyah, gri, lacivert, hâki ve kahverengi renkleri dışında, insanın içinde huzur duyguları uyandıran, daha canlı mavi ve yeşil renklerini tercih etmiş olmamdan dolayı mı böyle bir algılama hasıl oldu, yoksa kumaşların dökümünden kaynaklanan rahatlık hissinin karşıya yansıması mı bu ‘yabancılık’ hissiyatını uyandırdı; ya da tamamen içeriden bir yerden, “kendimize” ait farkındalığımızla ilgili sorunlardan mı tüm bunlar kaynaklandı? Nedir?
Buradan olumlu bir sonuç çıkarmak isteyen gönül, kimliğin giyilebilen bir şey olma özelliğinin yanı sıra, aslında çıkartılabilen bir şey olabilme potansiyeline de vurgu yapmak istiyor hemen. Şoför Bey aslında o anda ‘bak üzerine başka bir şey giysen bizden olacaksın’ diyor belki de çaktırmadan. Ama bunu derken, ‘aha bak, ben de çıkarsam da, o turist kıyafetlerinden giysem “ben de senden” olurum’u da diyebileceğinin çoğu zaman farkına varmıyor.
Bu kıyafetler, yalnızca kıyafet olma halleriyle her hangi bir tehlike arz etmiyorlar elbet. Tehlike, ‘bak senin kıyafetinde yeşil var, demek ki sen benden olana bunu bunu demeye çalışıyorsun, vay sana’larla ciddi ve insanlıktan çıkartıcı boyutlara ulaşıyor kimi zaman.
Yaşamıyor muyuz?
‘Baba bu kıyafet. Elbise, kumaş, çaput... Çıkartınca ikimiz de etten kemikteniz’ demeye bile fırsat kalmıyor o zamanlar. Ya da inanıyoruz da tüm bunlara, ancak sözde, sohbette.
Gözünü sevdiğim Anadolu Kültürü. Giyim kuşam, dış görünüşe aldanmama ve insanın gönül güzelliğine bakma üzerinde nice hikayelerle doludur. En azından birkaçını ya dinlemişizdir bir yerlerde, ya da biliyoruzdur. ‘Ye Kürküm Ye’ler, ‘dervişlik dedikleri, hırka ile taç değil’ler; hatta erenler “don” değiştir de, özleri cevahir, başka başka bedenlere bürünürler.
Mayamız baştan mı bozuk “bizim, erenler evliyalar kaç yıllardır aynı şeyleri söyler durur da, “biz” ise hala aynı yerlerde takılır kalırız?
Güney Koreli pırıl pırıl genç bir sanatçı arkadaşım (Nana Woo – bence ileride ünlü bir performans sanatçısı olarak bu ismi daha sık duyacaksınız) geçenlerde şöyle bir yorum yaptı: ‘Bizim oralarda herkes çok normal ve sıradandır. Hele kadınlar. Kurallara uygundurlar, uygun yaşarlar, uygun giyinirler. “Böyle” giyinen birini gördükleri zaman hemen sorarlar, “sen sanatçı mısın” diye. Hiç şaşmaz. Bu her zaman böyledir.’
Memleketine göre değişik kimlik halleri işte...
* Radikal II, 29 Kasım 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder